SANAT BAHÇEMİZ
................................................. .....................................Resim ve yazı çalışmalarımız
Blogsitemize hoş geldiniz!
Blogsitemize hoş geldiniz. Bu blogsitede resimlerimizi ve yazılarımızı dostlarımızla paylaşmak istiyoruz. İlkin sayfalar bölümünden resim ya da öykü bölümü seçilmelidir. Ya da etiketler bölümünde istenen başlık seçilebilir. Resimler üzerinde bir kere sol tıklayarak resimler büyültülebilir.
10 Nisan 2024 Çarşamba
Çoban
Köyümüzde bazı komşularımız az sayıda hayvan beslemektedir. Hayvanları köy yakınındaki koruma altına alınmamış boş tarlalarda yayıltmaktadır. Böyle bir etkinlikten görüntüler.
Bombus arısı araştırma, inceleme, gözlem ve deneyleri
Bu bogsitede bombus arılarının tanıtımı, kullanıldığı yerler, üretimi konusu incelenenecektir. Bu konudaki gözlem ve deneylerimi burada paylaşmak istiyorum. İzleyicilerimiz de gözlem ve deneylerini burada paylaşacaklar.
https://bombusarilari1.blogspot.com/
blogsitesinde bazı gözlem ve incelemelerimi paylaştım. Bu sitede özellikle üretim konusuna ağırlık vermek istiyorum. Beni takip edin.
Etiketler:
bombus arıları,
bombus arısı,
Bombus arısı üretimi,
sera arısı
2 Haziran 2018 Cumartesi
İlk Öykü Kitabım: Ali'nin Türkü Defteri
İlk öykü kitabım “Alinin Türkü Defteri” yayınlandı. Kitap 18
öyküden oluşuyor.
“Ali’ni Türkü Defteri” öykü kitabındaki öyküler genellikle
yaşanmış olaylardan yola çıkılarak yazıldı. Sözgelimi “Üç Tekerli Bisiklet”
öyküsündeki olaylar bizim evde yaşadığımız olaylar. Hatta bakın öykünün baş
kahramanları olan o üç tekerli bisiklet ve sürücüsünün fotoğrafını bile
çekmişiz o zaman.
…
Arka kapağında kitap şöyle tanıtılmış:
ALİ’NİN TÜRKÜ DEFTERİ
Suya, sabuna dokunan öyküler
Bu kitaptaki öykülerinde kitap okumayı
sevdirmeyi amaçlayan yazar eğlenceli öyküler sunmaya çalışır. Okurlarını
eğlendirmeye çalışırken bir yandan da onların; sorgulayıp, düşünmelerini
amaçlar. Bu nedenle öykülerinde toplumsal sorunlarımızdan bazılarına da değinmektedir.
Söz gelimi Kurtlu Elma öyküsünde organik ürün, ilaç kalıntısı
konuları olaylar içinde gündeme getirilir. Savurgan Çocuk’ta
sınırlı olan dünyamız kaynaklarının savurganlık ölçüsüne varan tüketiminden
duyulan rahatsızlık dile getirilerek, doğada dengenin bozulmaması için duyarlı
olmamız gerektiği vurgulanır. Ispanak İksiri öyküsünde reklam uğruna
bir yanlışın insanlara senelerce nasıl yutturulduğuna yer verilir. Bakış Açısı ve İlk Çok Partili Seçim’de
çağımızda anlaşabilmek, birlikte yaşayabilmek için uzlaşma kültürünün ne kadar
gerekli olduğuna dikkat çekilir. Ağaç Yaş İken Eğilir ve Ali’nin Türkü
Defteri öykülerinde ise eğitim sistemimizdeki bazı çarpıklıkların altı
çizilir.
Tadımlık olarak yukarıdaki resmin
öyküsünü görelim.
…
ÖYKÜ
ÜÇ TEKERLİ BİSİKLET
Eskiden, daha televizyon yok iken akşamları komşular birbirlerine
oturmaya giderlerdi. Bir akşam biz de komşumuza oturmaya gittik. Ana, baba bir
de üç yaşındaki oğlumuz Özgür.
Komşumuzun da Özgür’le aynı yaşta Umut adında bir oğlu vardı. Biz
oturma odasında divanlarda oturup sohbet ettik, çay içtik. Umut’la Özgür de
ortada oyuncaklarla oynadılar. Bu arada Umut’un üç tekerli bir bisikleti vardı.
Umut ona binip oda içinde köşeden köşeye koşturuyordu. Özgür de arkasına
binmeye çalıştı. Oturak dar gelince sığmadı. Arkada tekerlerin miline basarak
bindi. Bir süre böyle sürdüler. Çok keyif aldılar. Umut oyuncağını arkadaşıyla
paylaşmanın keyfini yaşadı. Özgür ise yeni bir oyuncak ile oynamaktan çok mutlu
oldu. Sonra Özgür yalnız bindi. Sürmeyi denedi. Pedalları çeviremedi.
Bisikletten indi, elleriyle iterek sürme yolunu denedi. Alet, o şekilde sürünce
yürüdü. O şekilde sürmekten bile çok keyif aldı. O kadar emek verdi ki, ter
içinde kaldı. Eve dönerken isteklerini sıraladı. Daha “r” seslerini tam
söyleyemediği için:
“Ben de bisiklet isteyim!” diyordu. “Tamam” dedik, “alalım.”
“Benim bisikletim kıymızı olsun! Üç tekeyi olsun!”
Eve geri dönünce terden ıslanmış iç çamaşırlarını değiştirdik.
Sonraki gün erkenden gittik, kırmızı bir bisiklet aldık. Eve getirdik.
Özgür gene bindi ama pedalları çeviremedi. Elleriyle itip sürmeyi tercih etti.
Eve gelip giden komşulara bisikletini gösteriyordu.
“Bakın, benim yeni bisikletim vay!” diye övünüyordu. Gelen komşular da
onun suyundan gidiyorlardı:
“Çok da güzel imiş. Hem de kırmızı.”
Hasan amcası bir korna getirip önüne taktı.
“Benim oğlanın evde bisikleti yok. Bu gece ben bu bisikleti alıp
götürsem nasıl olur?” diye şaka yaptı.
Gülay teyzesi bir nazarlık getirdi, önüne taktı.
El ile iterek bisiklet sürmekten çok keyif alıyordu ama çok
yoruluyordu. Baktık kendi kendine olmuyor, yardım ettik. O bisiklete bindi,
anası arkadan itti. Böyle yapınca bisikletin pedalları de kendiliğinden
dönüyordu. Özgür’ün ayaklarını pedala koyması yetiyordu. Bir süre öyle
alıştırma yaptık. Böyle sürüş el ile itmekten daha keyifli oldu. Bol bol bisikletin zilini çalıp kafamızı
şişirdi. Zili sokakta giderken çalması konusunda anlaştık. O akşam yatmazdan önce bisikletini yatağına
bir ip ile bağladı. Biz güldük. O alındı:
“Ne güleysiniz? Ya amcam gece gelip alıysa?”
En sevdiği malını garanti altına almıştı. Sonraki günlerde alıştırmalar
devam etti. Bir ara yardımı bıraktık.
“Hadi kendin sür!” dedik. O denedi ama gene pedal çeviremedi.
Bisikletten inmedi ama ayaklarını indirip ayaklarıyla yeri iterek bisikleti
yürüttü. Bir süre de bisiklet öğrenmeye böyle çalıştı. Akşam evin içinde gündüz
iyi havalarda balkonda bisiklet alıştırmaları devam etti. Derken, ana, babanın
da yardımıyla pedal çevirme işi başarıldı. Özgür’deki keyfi görmeliydiniz.
Pedal çevirme işi yoluna girince sanki yeni bisiklet alınmış gibi gene sevindi.
Bu kez eve gelen komşuların önünde bütün hünerlerini göstermeye başlamıştı. Hem
pedalları çeviriyor hem de öğünmekten geri kalmıyordu.
“Açılın! Yol veyin! Benim kıymızı bisikletim geliyoy.”
Bisiklet alıştırmalarına o kadar zaman ayırdı ki diğer oyuncakları
oynamaya zaman kalmadı. Diğer oyuncaklarını unuttu. Anası da öteki oyuncakları
bir poşete toplayıp dolaba koydu.
İyi, güneşli günlerde evin odaları dar geldi, aşağıya evin önüne
indiler. Anayola gitmemek şartıyla ev önünde alıştırmalar yapıldı. Bisiklet
sürme işi tam pişirildi. Akşam olunca bisiklet tekrar eve çıkarıldı.
Alıştırmalar evde devam etti. Bir odadan ötekine gidildi, gelindi. Bisikleti
iyi sürmeye başlayınca sırada ne vardır? İyi sürdüğünü herkese göstermek ...
İyi sürmek nasıl olur? Hızlı gitmekle(!) Köşeleri hızlı dönmekle(!)
Bir gün eve komşular gene oturmaya geldiler. Özgür buna sevindi.
“Bisiklete nasıl biniliymiş, şunlaya biy gösteyeyim.” diye söylendi.
Konuklar, ev sahipleri oturma odasında divanlara oturup sohbete, çay
içmeye başladılar. Özgür de gösterisine başladı. Köşeden köşeye hızla sürmeye
başladı. Anlaşmamıza uyarak zilini çalmıyordu. Zil yerine ağzıyla araba sesi
çıkarıyordu:
“Vuv, vuv, vuuuv! Yol veyin bisikletim geliyoy!”
Anası gene her zamanki uyarısını yapıyordu:
“Oğlum yavaş sür. Hızlı sürersen kaza olur.”
Bisiklet köşeye yaklaşınca frene basıp yavaşlıyor, köşeyi kazasız
belasız dönüyordu. Onu izleyenler alkışlarını esirgemediler.
“Çok güzel sürüyorsun! Nerede öğrendin sen böyle güzel sürmeyi?”
O, bu sözlerden çok keyiflendi.
Konuşma yerine gösteri yapmanın daha doğru olacağını düşündü. Daha fazla alkış
toplamak için hızlandı köşeye varırken frene basmakta geç kaldı. Yana dönmek
için ön tekeri yana kıvırdı. Ama hızını alamayıp yan yattı. Bisiklet de
yuvarlandı Özgür de. Özgür ağlıyordu. Hemen davranıp Özgür’ü kaldırdılar.
“Yaralı yeri var mı? Kanayan yeri var mı?” diye araştırdılar. Kan
yoktu. Yara bere de yoktu. Herkes çocukla ilgileniyordu. Bisiklete dönüp
tanıyan yoktu. Bisiklet yerde yatıyordu. Çocuk hüngür hüngür ağlamaya devam
edince onun kolunda ya da ayağında bir kırık aradılar. Gene bir şey
bulamadılar. Bu arada çocuğun ağlarken arada bir yerde yatan bisiklete
baktığını fark ettiler. Bisikleti alıp tekerleri üstüne kaldırdılar. O anda
beklemedikleri bir şey oldu. Çocuğun ağlaması “şıp!” diye kesildi. Hatta çocuk
gülümsemeye çalıştı.
“Bozulmamış! Bisikletim kıyılmamış!”
Yerinden kalktı sevinçle bisikletine yapıştı. Sonra binip sürdü.
“Eskisi gibi sağlam!”
…
Ali Varol
30 Aralık 2017 Cumartesi
ZARARLI ÇOCUK OYUNLARI
Bu resimler size de tanıdık geliyor mu?
Çocuklarımızın bilgisayar, tablet ya da cep telefonu ile kaç saat oyun oynaması normaldir?
Çocuklarımızın oynadığı oyunlar faydalı mı yoksa zararlı mı?
Bir haber:
Bilgisayar oyunu bağımlılığı akıl hastalığı oluyor
DHA
24.12.2017 - 22:53 |
Son Güncelleme: 24.12.2017 - 22:54
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) bilgisayar
oyunu bağımlılığını akıl hastalığı olarak adlandırmaya hazırlanıyor. WHO en son
1990 yılında güncellenen Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması (The International
Classification of Diseases) teşhis kılavuzunun 2018 yılında yenileneceğini ve
bilgisayar oyunu bağımlılığının da kılavuzda akıl hastalığı başlığı altında yer
alacağını söyledi.
...
WHO Akıl Sağlığı Departmanı'ndan Vladimir
Poznyak bilgisayar oyunu
bağımlılığının önemli bir konu olarak tanınmasının kritik olduğunu söyledi.
Poznyak, "Sağlık uzmanları bilgisayar oyunu bağımlılığının ciddi sonuçları
olabileceğini fark etmeli. Her alkol içen insanın alkolik olmadığı gibi
bilgisayar oyunu oynayan herkeste de akıl hastalığı bulunmuyor. Fakat belirli
durumlarda aşırı bilgisayar oyunu bağımlılığı olumsuz etkiler yaratabilir"
dedi.
26 Temmuz 2017 Çarşamba
Ödeşme
ANADOLU HALK
BİLİM KÜLTÜR AKADEMİSİ TARAFINDAN
2017 YILI HAZİRAN
AYINDA ;
BİN ÇİÇEKLİ
BAHÇE YAŞAR KEMAL ANISINA YAPILAN YARIŞMADA ÖYKÜ
DALINDA ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ ALMIŞTIR.
...
ÖDEŞME
Bizim köy bir yörük
köyüydü. Kışın sahilde yazın yaylada yaşardık. O sene ilkbaharda Akdağ
dediğimiz yaylaya çıktığımızda görünen yerlerin çoğu karlarla örtülüydü.
İncelen kar örtülerinden ilkin kardelenler başlarını çıkarıp çiçeklerini açtı.
Canlılara cansızlara ‘Günaydın!’ dediler. Karların eridiği yerlerden otlar,
zambak çeşitleri, şalba çeşitleri sütleğenler, boy gösterdiler. Kardelenleri
kıskanan zambaklar, menekşeler sarı, mor, kızıl, beyaz çiçekler açtılar. Daha
bin bir çeşit ot, çiçek doğayı yeşillendirdi, süsledi. Koyunlar, keçiler,
oğlaklar, kuzular karların olmadığı yerlerde serilip yayıldılar. Otlarla,
şalbalarla beslenip karınlarını doyurdular, bayram ettiler. Eriyen karların alt
ucunda derecikler, gölcükler oluştu. Yayılıp karnını doyuran hayvanlar bu kar
sularından sulandılar. Akdağ’da kaynak suyu yoktu. Kuyu da yoktu. Evler için de
su ihtiyacımızı koyaklardaki, obruklardaki karlardan sağladık.
O sene de yaz boyunca Akdağ denilen yaylamızda kalmıştık. İnsanlarıyla,
hayvanlarıyla, bitkileriyle barış içinde yaylanın tadını çıkarmıştık. Yaz
sonuna doğru Akdağ’daki obaların yakınlarındaki karlar tükenmişti. Derin
obruklardan kar çıkarmak zordu. İnsanların ihtiyacına yeterdi ama hayvanların
sulanması için yetersizdi. Hayvanların sulanması için suların bol olduğu
Yeroluk, Aldürbe denen yerlere göçme zamanı gelmişti. Yörükler göçmeye
alışıktı. İhtiyaç olunca yaylada da yer değiştirirlerdi.
Çok sevinçliydim. Karların tükendiği Akdağ’dan suların bol
olduğu Yeroluk’a, Aldürbe’ye göçecektik.
Aldürbe’ye göçmek demek çok oyun oynayabilmek demekti. Çünkü Aldürbe
geniş, düz bir alandı. Ne oynarsan oyna… Çelik çomak, körebe, ıssıtaş,
uzuneşek, birdirbir… Daha neler neler… Eşeğe binip koşturunca düşsen başın
yarılmaz. Taş, çakıl olmayan düz bir ova… Aldürbe’de oluklardan harıl harıl
sular da akardı. Obalar birbirine yakındı. O nedenle çocuklar bir araya
toplanıp bol bol oyun oynayabilirdi. Ama Akdağ öyle değildi. Akdağ’da birbirine
yakın olan tek bizim oba ile Emir El’in obası vardı. Diğer obalar yaylanın
başka yerlerindeydi. Güllü Belen, Say Yatak, Tomsu Başı, Eğrikar, Bozlayan gibi
yerlere dağılmışlardı. Hayvanların rahat yayılması, birbirine karışmaması için
obalar birbirinden uzak yerlere kurulmuştu. Her obanın arası birer saatlik
yoldu. Çocuklar bir araya gelip oyun
oynayamazlardı. Oysa Aldürbe öyle mi? Bütün obalar bir alanın çevresinde
konaklanmış. Köyün bütün çocukları bir arada. Her gün oyun her gün oyun…
Aldürbe’ye göçülmesini iple çekmeye başladım.
Hacı dayı ile Hasan dayı konuşup kararlaştırdılar. Dört yüz
keçiden oluşan sürü Aldürbe’ye gidecek; koyun, kuzu, oğlaktan oluşan yüz
hayvanlık bir sürü Ovgallı Yurdu’nda kalacaktı. Koyunlar için güneyde ve
aşağıda olan Aldürbe daha sıcak sayılırdı. Ovgallı Yurdu koyunlar için serin
idi. Haftada bir kere Ulupınar sularına gelip sulanacaktı. Dört yüz keçiden
oluşan keçi sürüsünü Hacı dayı ile ben güderdim. Yüz hayvanlık sürüyü de Hasan
dayım güderdi. Ev eşyaları at, eşek, deve gibi hayvanlarla Aldürbe’ye
taşınacaktı. Hasan dayım ise bir kişiye bir ay yetecek kadar yiyecek ve gerekli
kap kacak yüklenerek sürü ile beraber Ovgallı Yurdu’na gidecekti. Hasan dayım
Hacı dayımdan yardım istedi:
“Ali bana yardım etsin. Beni Ovgallı Yurdu’na iletiversin”
dedi. Hacı dayım da:
“ Olur. Ama çocuğu
geciktirme, akşama yolla.”
“Tamam!”
Sonra develer, eşekler sığırlar bulunup getirildi. Yükler
eşeklere, develere yükletildi. Evler Aldürbe’ye göçürüldü.
Hasan dayı ile ben eşyalarımızı, sürümüzü alıp Ovgallı
Yurdu’na öğle vakti geldik. Ben bir an önce Aldürbe’ye gitmek istiyordum ama
Hasan dayım hiç oralı değildi.
“Dayısı bak, ekmeği, bulguru, köpek yalını şu yüksek kayaya
asalım; köpek, fare alamasın. Koyunlar gece şurada yayılsın, gündüz burada
dinlensin. Şuradaki obrukta kar hiç tükenmez. Obruğa inip çıkmak zor değil.
Helkede kardan su eritirsin. Çitile koyunlardan süt sağarsın. Tavada
pişirirsin. Kibrit yok ama al sana çakmak, çakmaktaşı, kav. Çakmak kesemi
yitirme sakın.
“Hasan dayı ben Aldürbe’ye…”
Hasan dayım sözümü bitirmeye fırsat vermedi. Anlaşılan Hacı
dayıya verdiği sözü unutmuştu.
“Dayısı ben akşama dönerim. Şu tepenin ardında Göktepe var.
Orda benim asker arkadaşım var, beni bekler.
Gidip bir görüşüverip geleyim. Hadi dayısı. Olmaz deme. Aslan yeğenim benim!
Haaa, akşama dönemezsem durumu idare et. Benim kepenek yorgan gibi, seni
üşütmez. Dağlarda canavar (kurt) var, sakın Karabaş’ı yanından ayırma!”
Hani bir söz vardır: “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.”
İşte Hasan dayımda da bu tatlı dilden vardı. O bu tatlı dil ile herkesi ikna
ederdi. Ben daha ilkokul beşinci sınıfta bir çocuktum. Beni ikna etmek onun
için peynir ekmek yemek kadar kolaydı.
Gitti… Göktepe’ye gitti. Ben Aldürbe’ye gidemedim; o
Göktepe’ye gitti. Neyse ki akşama dönecekti. Aldürbe’ye yarın giderdim artık.
Daha önce de gütmüştüm bu sürüyü. Yarına kadar da güderdim. Ne olacak, bir
yerim mi eksilecek… O gün de güttüm. Yayılım iyiydi. Yeşil taze ot yoktu ama kurumuş
çağşır, şalba vardı daha. Keven de boldu. Sürü yayılırken ben bir yandan “Hasan
dayı geliyor mu?” diye Göktepe tarafına bakıyordum. Bir yandan da yapılacak
işleri yapıyordum. Obruktan kar çıkardım. Helkenin içine koydum. Eriyince
içecektim, yemek yapımında, temizlik işlerinde kullanacaktım. Koyunlardan süt
sağıp tencerede pişirdim. Çitilde yoğurt çaldım. Koyun yoğurdunu çok severdim.
Hele hele güz yoğurdu sadeyağ gibi koyu olur. Yemesine doyulmaz.
Sürü gece yarısına kadar yayıldı. Bilir misiniz, ağaç olmayan
yaylalarda kırlar tam karanlık değildir. İnsan gündüzmüş gibi kolayca
gezebilir. Hayvanlar da kolayca gezip yayılabilir. Neyse sürü karnını doyurunca
Hasan dayı’mın gösterdiği yere getirdim. Sabaha kadar yatıp dinlendik. Tan yeri
ağarırken koyunlar gene yayılmaya başladılar. Benim gözlerim ufukta. Hasan dayı
ha geldi ha gelecek… Sabah gelmedi. “Kuşluk muhakkak gelir.” dedim, bekledim. Kuşluk da gelmedi. Canım sıkılmaya başlamıştı. Hasan dayı
neden gecikmişti acaba? Başına bir iş filan mı gelmişti? Sürüyü bırakıp
gidemezdim. Dağlarda kurt vardı. Sürünün tamamını kırardı. O zaman ölümlerden
ölüm beğen. Hasan dayı öğleyin de gelmedi.
“Mal canın yongasıdır.” derler. Yörüklerin büyüğü, küçüğü
hayvanlarına gözleri gibi bakarlar. Çünkü tek geçim kaynakları onlardır. Onlar
olmazsa açlıktan nefesleri kokar. İlkokul beşinci sınıfta bir çocuktum.
Kimsenin olmadığı ıssız bir yaylada üç gün üç gece sürüyü güttüm. Hem sürüye
baktım, hem yollara baktım. Burada bu kadar uzun zaman kalacağımı bilseydim
evdeki kitap çantamı almaz mıydım? Kitaplarım defterlerim olsa zamanı daha
kolay geçirirdim.
Dördüncü gün kuşluk Hasan dayım geldi. Koyunlar da eşmeye
gelmişlerdi. Anlattı:
“Dayısı beni asker arkadaşım salmadı yahu.”
Sonra gönlümü almak için hiçbir şey olmamış gibi omzumu
okşadı gülerek:
“Hıh hıh hıh… Yoksa biraz geciktim mi?”
Ben cevap vermedim. Küskün olduğumu belli ettim. Hasan dayım
isteklerini sıraladı:
“Dayısı ben hem uykusuzum hem de acıktım. Sen hemen
koyunlardan biraz süt sağ. Biraz sütlü bulgur pilavı pişir. Pilav pişince beni
uyandır. Ben ayakta uyuyorum. Biraz kestirivereyim.”
Kepeneği alıp kayanın gölgesine uzandı. Az sonra başladı
horlamaya…
Ne yapsaydım acaba? Hasan dayımın dediği gibi süt sağıp bulgur
pilavı mı pişirseydim şimdi? Hayır hayır! Bu kadarı da fazlaydı. Haksızlıktı
bu. Bu haksızlığa, beni kandırmasına karşı tepki göstermezsem ileride beni gene
kandırmaya kalkardı. Başkalarını kandırmanın bir bedeli olduğunu o da
bilmeliydi. Nasıl olacaktı bu? Tepkimi nasıl gösterebilirdim? Diklenip büyüğüme
karşı saygısızlık etmek de istemezdim. Koyun güderken boş kalırsam küçük
taşlardan kalem, büyük taşlardan defter yaparak resim çizerdim. En iyi kalem
çakmak taşlarından olurdu. En iyi defter de orta boy yassı taşların toprakla
birleştiği alt yüzüydü. Hemen bir yassı taş buldum. İyi yazı yazılan alt yüzünü
çevirdim. Üzerine küçük bir çakılla şöyle yazdım:
“HASAN DAYI BEN ALDÜRBE’YE GİDİYORUM. BENİ ARAMA!”
Yazılı taşı Hasan dayım uyanınca hemen görebileceği, daha
doğrusu gözüne batacak bir yere koydum.
Oradan sessizce ayrıldım. Ver elini Aldürbe… Karşı tepeye geçince Hasan
dayımın sesi duyuldu
“Aliii, herkese selam söyle!”
Ben hızımı değiştirmeden kafa kıvırarak söylendim:
“Ah Hasan dayı ah… Çok tatlı dilli adamsın amma… Tatlı dilin
güle benziyor. Gülün yanında dikeni de olduğunu yeni öğrendim. Eee, ne yapalım,
gülü seven dikenine katlanacak. Seni gülünle dikeninle olduğun gibi seviyorum
gene de.”
Sonra ona kırgınlığım, öfkem aklıma geldi. Ben de onun bana
davrandığı gibi davranıp o uyurken kaçmıştım. Borcumu ödemiştim. Ona
saygısızlık yapmadan diklenmeden ya da ağlamadan, akıllı bir şekilde yaptığı
yanlışı, haksızlığı anlatmıştım. Akıllı bir şekilde tepkimi göstermiştim. Yaptığım
işi beğenmiş olmalıyım ki, gülerek havada el salladım. Onun duyacağı şekilde
bağırdım:
“Ödeştik ödeştik!”
Etiketler:
Ali Varol'un öyküleri,
Ödeşme,
Öyküler,
Yörük yaşamını anlatan öyküler.
25 Nisan 2014 Cuma
2013 Seçkisi - Yağlıboya Resimler
Dağ Koyunları - mdfüyb. 40X50 cm. |
Şafak Keyfi - tüyb. 40X50 cm. |
Yaylada Koyunlar - tüyb. 40X50 cm. |
Geçit - mdfüyb. 19X28 cm. |
Göktepe - mdfüyb. 19X28 cm. |
Hale - mdfüyb. 8X15 cm. |
Mezarlık - mdfüyb. 19X28 cm. |
![]() |
Soyut 1 - pl.üyb. 19X28 cm. |
Syut 2 - pl.üyb. 20X30 cm. |
Yayla Boğazı - pl.üyb. 20X30 cm. |
Yayla Boğazı 2 - pl.üyb. 20X30 cm. |
33X23 cm. mdf ü yağlı boya |
10 Haziran 2011 Cuma
DAĞ VE YAYLA RESİMLERİ - 2
Peri bacaları - 40x40 cm. tüyb.
Etiketler:
Ali Varol resimleri,
dağ tabloları,
yağlıboya tablolar,
yayla tabloları
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)