Blogsitemize hoş geldiniz!

Blogsitemize hoş geldiniz. Bu blogsitede resimlerimizi ve yazılarımızı dostlarımızla paylaşmak istiyoruz. İlkin sayfalar bölümünden resim ya da öykü bölümü seçilmelidir. Ya da etiketler bölümünde istenen başlık seçilebilir. Resimler üzerinde bir kere sol tıklayarak resimler büyültülebilir.

2 Haziran 2018 Cumartesi

İlk Öykü Kitabım: Ali'nin Türkü Defteri

 İlk öykü kitabım “Alinin Türkü Defteri” yayınlandı. Kitap 18 öyküden oluşuyor.
“Ali’ni Türkü Defteri” öykü kitabındaki öyküler genellikle yaşanmış olaylardan yola çıkılarak yazıldı. Sözgelimi “Üç Tekerli Bisiklet” öyküsündeki olaylar bizim evde yaşadığımız olaylar. Hatta bakın öykünün baş kahramanları olan o üç tekerli bisiklet ve sürücüsünün fotoğrafını bile çekmişiz o zaman.
Arka kapağında kitap şöyle tanıtılmış:

ALİ’NİN TÜRKÜ DEFTERİ

Suya, sabuna dokunan öyküler

Bu kitaptaki öykülerinde kitap okumayı sevdirmeyi amaçlayan yazar eğlenceli öyküler sunmaya çalışır. Okurlarını eğlendirmeye çalışırken bir yandan da onların; sorgulayıp, düşünmelerini amaçlar. Bu nedenle öykülerinde toplumsal sorunlarımızdan bazılarına da değinmektedir. Söz gelimi Kurtlu Elma öyküsünde organik ürün, ilaç kalıntısı konuları olaylar içinde gündeme getirilir. Savurgan Çocuk’ta sınırlı olan dünyamız kaynaklarının savurganlık ölçüsüne varan tüketiminden duyulan rahatsızlık dile getirilerek, doğada dengenin bozulmaması için duyarlı olmamız gerektiği vurgulanır. Ispanak İksiri öyküsünde reklam uğruna bir yanlışın insanlara senelerce nasıl yutturulduğuna yer verilir.  Bakış Açısı ve İlk Çok Partili Seçim’de çağımızda anlaşabilmek, birlikte yaşayabilmek için uzlaşma kültürünün ne kadar gerekli olduğuna dikkat çekilir. Ağaç Yaş İken Eğilir ve Ali’nin Türkü Defteri öykülerinde ise eğitim sistemimizdeki bazı çarpıklıkların altı çizilir. 

Tadımlık olarak yukarıdaki resmin öyküsünü görelim.
ÖYKÜ

ÜÇ TEKERLİ BİSİKLET

Eskiden, daha televizyon yok iken akşamları komşular birbirlerine oturmaya giderlerdi. Bir akşam biz de komşumuza oturmaya gittik. Ana, baba bir de üç yaşındaki oğlumuz Özgür.
Komşumuzun da Özgür’le aynı yaşta Umut adında bir oğlu vardı. Biz oturma odasında divanlarda oturup sohbet ettik, çay içtik. Umut’la Özgür de ortada oyuncaklarla oynadılar. Bu arada Umut’un üç tekerli bir bisikleti vardı. Umut ona binip oda içinde köşeden köşeye koşturuyordu. Özgür de arkasına binmeye çalıştı. Oturak dar gelince sığmadı. Arkada tekerlerin miline basarak bindi. Bir süre böyle sürdüler. Çok keyif aldılar. Umut oyuncağını arkadaşıyla paylaşmanın keyfini yaşadı. Özgür ise yeni bir oyuncak ile oynamaktan çok mutlu oldu. Sonra Özgür yalnız bindi. Sürmeyi denedi. Pedalları çeviremedi. Bisikletten indi, elleriyle iterek sürme yolunu denedi. Alet, o şekilde sürünce yürüdü. O şekilde sürmekten bile çok keyif aldı. O kadar emek verdi ki, ter içinde kaldı. Eve dönerken isteklerini sıraladı. Daha “r” seslerini tam söyleyemediği için:
“Ben de bisiklet isteyim!” diyordu. “Tamam” dedik, “alalım.”
“Benim bisikletim kıymızı olsun! Üç tekeyi olsun!” 
Eve geri dönünce terden ıslanmış iç çamaşırlarını değiştirdik. 
Sonraki gün erkenden gittik, kırmızı bir bisiklet aldık. Eve getirdik. Özgür gene bindi ama pedalları çeviremedi. Elleriyle itip sürmeyi tercih etti. Eve gelip giden komşulara bisikletini gösteriyordu.
“Bakın, benim yeni bisikletim vay!” diye övünüyordu. Gelen komşular da onun suyundan gidiyorlardı:
“Çok da güzel imiş. Hem de kırmızı.”
Hasan amcası bir korna getirip önüne taktı.
“Benim oğlanın evde bisikleti yok. Bu gece ben bu bisikleti alıp götürsem nasıl olur?” diye şaka yaptı.
Gülay teyzesi bir nazarlık getirdi, önüne taktı.
El ile iterek bisiklet sürmekten çok keyif alıyordu ama çok yoruluyordu. Baktık kendi kendine olmuyor, yardım ettik. O bisiklete bindi, anası arkadan itti. Böyle yapınca bisikletin pedalları de kendiliğinden dönüyordu. Özgür’ün ayaklarını pedala koyması yetiyordu. Bir süre öyle alıştırma yaptık. Böyle sürüş el ile itmekten daha keyifli oldu.  Bol bol bisikletin zilini çalıp kafamızı şişirdi. Zili sokakta giderken çalması konusunda anlaştık.  O akşam yatmazdan önce bisikletini yatağına bir ip ile bağladı. Biz güldük. O alındı:
“Ne güleysiniz? Ya amcam gece gelip alıysa?”
En sevdiği malını garanti altına almıştı. Sonraki günlerde alıştırmalar devam etti. Bir ara yardımı bıraktık.
“Hadi kendin sür!” dedik. O denedi ama gene pedal çeviremedi. Bisikletten inmedi ama ayaklarını indirip ayaklarıyla yeri iterek bisikleti yürüttü. Bir süre de bisiklet öğrenmeye böyle çalıştı. Akşam evin içinde gündüz iyi havalarda balkonda bisiklet alıştırmaları devam etti. Derken, ana, babanın da yardımıyla pedal çevirme işi başarıldı. Özgür’deki keyfi görmeliydiniz. Pedal çevirme işi yoluna girince sanki yeni bisiklet alınmış gibi gene sevindi. Bu kez eve gelen komşuların önünde bütün hünerlerini göstermeye başlamıştı. Hem pedalları çeviriyor hem de öğünmekten geri kalmıyordu.
“Açılın! Yol veyin! Benim kıymızı bisikletim geliyoy.”
Bisiklet alıştırmalarına o kadar zaman ayırdı ki diğer oyuncakları oynamaya zaman kalmadı. Diğer oyuncaklarını unuttu. Anası da öteki oyuncakları bir poşete toplayıp dolaba koydu.
İyi, güneşli günlerde evin odaları dar geldi, aşağıya evin önüne indiler. Anayola gitmemek şartıyla ev önünde alıştırmalar yapıldı. Bisiklet sürme işi tam pişirildi. Akşam olunca bisiklet tekrar eve çıkarıldı. Alıştırmalar evde devam etti. Bir odadan ötekine gidildi, gelindi. Bisikleti iyi sürmeye başlayınca sırada ne vardır? İyi sürdüğünü herkese göstermek ... İyi sürmek nasıl olur? Hızlı gitmekle(!) Köşeleri hızlı dönmekle(!)
Bir gün eve komşular gene oturmaya geldiler. Özgür buna sevindi. “Bisiklete nasıl biniliymiş, şunlaya biy gösteyeyim.” diye söylendi.
Konuklar, ev sahipleri oturma odasında divanlara oturup sohbete, çay içmeye başladılar. Özgür de gösterisine başladı. Köşeden köşeye hızla sürmeye başladı. Anlaşmamıza uyarak zilini çalmıyordu. Zil yerine ağzıyla araba sesi çıkarıyordu:
“Vuv, vuv, vuuuv! Yol veyin bisikletim geliyoy!”
Anası gene her zamanki uyarısını yapıyordu:
“Oğlum yavaş sür. Hızlı sürersen kaza olur.”
Bisiklet köşeye yaklaşınca frene basıp yavaşlıyor, köşeyi kazasız belasız dönüyordu. Onu izleyenler alkışlarını esirgemediler.
“Çok güzel sürüyorsun! Nerede öğrendin sen böyle güzel sürmeyi?”
O,  bu sözlerden çok keyiflendi. Konuşma yerine gösteri yapmanın daha doğru olacağını düşündü. Daha fazla alkış toplamak için hızlandı köşeye varırken frene basmakta geç kaldı. Yana dönmek için ön tekeri yana kıvırdı. Ama hızını alamayıp yan yattı. Bisiklet de yuvarlandı Özgür de. Özgür ağlıyordu. Hemen davranıp Özgür’ü kaldırdılar.
“Yaralı yeri var mı? Kanayan yeri var mı?” diye araştırdılar. Kan yoktu. Yara bere de yoktu. Herkes çocukla ilgileniyordu. Bisiklete dönüp tanıyan yoktu. Bisiklet yerde yatıyordu. Çocuk hüngür hüngür ağlamaya devam edince onun kolunda ya da ayağında bir kırık aradılar. Gene bir şey bulamadılar. Bu arada çocuğun ağlarken arada bir yerde yatan bisiklete baktığını fark ettiler. Bisikleti alıp tekerleri üstüne kaldırdılar. O anda beklemedikleri bir şey oldu. Çocuğun ağlaması “şıp!” diye kesildi. Hatta çocuk gülümsemeye çalıştı.
“Bozulmamış! Bisikletim kıyılmamış!”
Yerinden kalktı sevinçle bisikletine yapıştı. Sonra binip sürdü.
“Eskisi gibi sağlam!”
Ali Varol

30 Aralık 2017 Cumartesi

ZARARLI ÇOCUK OYUNLARI

 Bu resimler size de tanıdık geliyor mu? 

 Çocuklarımızın bilgisayar, tablet ya da cep telefonu ile kaç saat oyun oynaması normaldir?

 Çocuklarımızın oynadığı oyunlar faydalı mı yoksa zararlı mı?




Bir haber:
Bilgisayar oyunu bağımlılığı akıl hastalığı oluyor
DHA
24.12.2017 - 22:53 | Son Güncelleme: 24.12.2017 - 22:54

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) bilgisayar oyunu bağımlılığını akıl hastalığı olarak adlandırmaya hazırlanıyor. WHO en son 1990 yılında güncellenen Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması (The International Classification of Diseases) teşhis kılavuzunun 2018 yılında yenileneceğini ve bilgisayar oyunu bağımlılığının da kılavuzda akıl hastalığı başlığı altında yer alacağını söyledi.
...
WHO Akıl Sağlığı Departmanı'ndan Vladimir Poznyak bilgisayar oyunu bağımlılığının önemli bir konu olarak tanınmasının kritik olduğunu söyledi. Poznyak, "Sağlık uzmanları bilgisayar oyunu bağımlılığının ciddi sonuçları olabileceğini fark etmeli. Her alkol içen insanın alkolik olmadığı gibi bilgisayar oyunu oynayan herkeste de akıl hastalığı bulunmuyor. Fakat belirli durumlarda aşırı bilgisayar oyunu bağımlılığı olumsuz etkiler yaratabilir" dedi. 

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Ödeşme

Ödeşme öyküsü
 ANADOLU HALK BİLİM KÜLTÜR  AKADEMİSİ TARAFINDAN
2017 YILI HAZİRAN AYINDA ;
BİN ÇİÇEKLİ BAHÇE  YAŞAR KEMAL ANISINA  YAPILAN YARIŞMADA  ÖYKÜ DALINDA  ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ ALMIŞTIR.
...
ÖDEŞME
Bizim köy bir yörük köyüydü. Kışın sahilde yazın yaylada yaşardık. O sene ilkbaharda Akdağ dediğimiz yaylaya çıktığımızda görünen yerlerin çoğu karlarla örtülüydü. İncelen kar örtülerinden ilkin kardelenler başlarını çıkarıp çiçeklerini açtı. Canlılara cansızlara ‘Günaydın!’ dediler. Karların eridiği yerlerden otlar, zambak çeşitleri, şalba çeşitleri sütleğenler, boy gösterdiler. Kardelenleri kıskanan zambaklar, menekşeler sarı, mor, kızıl, beyaz çiçekler açtılar. Daha bin bir çeşit ot, çiçek doğayı yeşillendirdi, süsledi. Koyunlar, keçiler, oğlaklar, kuzular karların olmadığı yerlerde serilip yayıldılar. Otlarla, şalbalarla beslenip karınlarını doyurdular, bayram ettiler. Eriyen karların alt ucunda derecikler, gölcükler oluştu. Yayılıp karnını doyuran hayvanlar bu kar sularından sulandılar. Akdağ’da kaynak suyu yoktu. Kuyu da yoktu. Evler için de su ihtiyacımızı koyaklardaki, obruklardaki karlardan sağladık.
O sene de yaz boyunca Akdağ denilen yaylamızda kalmıştık. İnsanlarıyla, hayvanlarıyla, bitkileriyle barış içinde yaylanın tadını çıkarmıştık. Yaz sonuna doğru Akdağ’daki obaların yakınlarındaki karlar tükenmişti. Derin obruklardan kar çıkarmak zordu. İnsanların ihtiyacına yeterdi ama hayvanların sulanması için yetersizdi. Hayvanların sulanması için suların bol olduğu Yeroluk, Aldürbe denen yerlere göçme zamanı gelmişti. Yörükler göçmeye alışıktı. İhtiyaç olunca yaylada da yer değiştirirlerdi.
Çok sevinçliydim. Karların tükendiği Akdağ’dan suların bol olduğu Yeroluk’a, Aldürbe’ye göçecektik.  Aldürbe’ye göçmek demek çok oyun oynayabilmek demekti. Çünkü Aldürbe geniş, düz bir alandı. Ne oynarsan oyna… Çelik çomak, körebe, ıssıtaş, uzuneşek, birdirbir… Daha neler neler… Eşeğe binip koşturunca düşsen başın yarılmaz. Taş, çakıl olmayan düz bir ova… Aldürbe’de oluklardan harıl harıl sular da akardı. Obalar birbirine yakındı. O nedenle çocuklar bir araya toplanıp bol bol oyun oynayabilirdi. Ama Akdağ öyle değildi. Akdağ’da birbirine yakın olan tek bizim oba ile Emir El’in obası vardı. Diğer obalar yaylanın başka yerlerindeydi. Güllü Belen, Say Yatak, Tomsu Başı, Eğrikar, Bozlayan gibi yerlere dağılmışlardı. Hayvanların rahat yayılması, birbirine karışmaması için obalar birbirinden uzak yerlere kurulmuştu. Her obanın arası birer saatlik yoldu.  Çocuklar bir araya gelip oyun oynayamazlardı. Oysa Aldürbe öyle mi? Bütün obalar bir alanın çevresinde konaklanmış. Köyün bütün çocukları bir arada. Her gün oyun her gün oyun… Aldürbe’ye göçülmesini iple çekmeye başladım.
Hacı dayı ile Hasan dayı konuşup kararlaştırdılar. Dört yüz keçiden oluşan sürü Aldürbe’ye gidecek; koyun, kuzu, oğlaktan oluşan yüz hayvanlık bir sürü Ovgallı Yurdu’nda kalacaktı. Koyunlar için güneyde ve aşağıda olan Aldürbe daha sıcak sayılırdı. Ovgallı Yurdu koyunlar için serin idi. Haftada bir kere Ulupınar sularına gelip sulanacaktı. Dört yüz keçiden oluşan keçi sürüsünü Hacı dayı ile ben güderdim. Yüz hayvanlık sürüyü de Hasan dayım güderdi. Ev eşyaları at, eşek, deve gibi hayvanlarla Aldürbe’ye taşınacaktı. Hasan dayım ise bir kişiye bir ay yetecek kadar yiyecek ve gerekli kap kacak yüklenerek sürü ile beraber Ovgallı Yurdu’na gidecekti. Hasan dayım Hacı dayımdan yardım istedi:
“Ali bana yardım etsin. Beni Ovgallı Yurdu’na iletiversin” dedi. Hacı dayım da:
 “ Olur. Ama çocuğu geciktirme, akşama yolla.”
“Tamam!”
Sonra develer, eşekler sığırlar bulunup getirildi. Yükler eşeklere, develere yükletildi. Evler Aldürbe’ye göçürüldü.
Hasan dayı ile ben eşyalarımızı, sürümüzü alıp Ovgallı Yurdu’na öğle vakti geldik. Ben bir an önce Aldürbe’ye gitmek istiyordum ama Hasan dayım hiç oralı değildi.
“Dayısı bak, ekmeği, bulguru, köpek yalını şu yüksek kayaya asalım; köpek, fare alamasın. Koyunlar gece şurada yayılsın, gündüz burada dinlensin. Şuradaki obrukta kar hiç tükenmez. Obruğa inip çıkmak zor değil. Helkede kardan su eritirsin. Çitile koyunlardan süt sağarsın. Tavada pişirirsin. Kibrit yok ama al sana çakmak, çakmaktaşı, kav. Çakmak kesemi yitirme sakın.
“Hasan dayı ben Aldürbe’ye…”
Hasan dayım sözümü bitirmeye fırsat vermedi. Anlaşılan Hacı dayıya verdiği sözü unutmuştu.
“Dayısı ben akşama dönerim. Şu tepenin ardında Göktepe var. Orda benim asker arkadaşım var,  beni bekler. Gidip bir görüşüverip geleyim. Hadi dayısı. Olmaz deme. Aslan yeğenim benim! Haaa, akşama dönemezsem durumu idare et. Benim kepenek yorgan gibi, seni üşütmez. Dağlarda canavar (kurt) var, sakın Karabaş’ı yanından ayırma!”
Hani bir söz vardır: “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” İşte Hasan dayımda da bu tatlı dilden vardı. O bu tatlı dil ile herkesi ikna ederdi. Ben daha ilkokul beşinci sınıfta bir çocuktum. Beni ikna etmek onun için peynir ekmek yemek kadar kolaydı.
Gitti… Göktepe’ye gitti. Ben Aldürbe’ye gidemedim; o Göktepe’ye gitti. Neyse ki akşama dönecekti. Aldürbe’ye yarın giderdim artık. Daha önce de gütmüştüm bu sürüyü. Yarına kadar da güderdim. Ne olacak, bir yerim mi eksilecek… O gün de güttüm. Yayılım iyiydi. Yeşil taze ot yoktu ama kurumuş çağşır, şalba vardı daha. Keven de boldu. Sürü yayılırken ben bir yandan “Hasan dayı geliyor mu?” diye Göktepe tarafına bakıyordum. Bir yandan da yapılacak işleri yapıyordum. Obruktan kar çıkardım. Helkenin içine koydum. Eriyince içecektim, yemek yapımında, temizlik işlerinde kullanacaktım. Koyunlardan süt sağıp tencerede pişirdim. Çitilde yoğurt çaldım. Koyun yoğurdunu çok severdim. Hele hele güz yoğurdu sadeyağ gibi koyu olur. Yemesine doyulmaz.
Sürü gece yarısına kadar yayıldı. Bilir misiniz, ağaç olmayan yaylalarda kırlar tam karanlık değildir. İnsan gündüzmüş gibi kolayca gezebilir. Hayvanlar da kolayca gezip yayılabilir. Neyse sürü karnını doyurunca Hasan dayı’mın gösterdiği yere getirdim. Sabaha kadar yatıp dinlendik. Tan yeri ağarırken koyunlar gene yayılmaya başladılar. Benim gözlerim ufukta. Hasan dayı ha geldi ha gelecek… Sabah gelmedi. “Kuşluk muhakkak gelir.” dedim, bekledim. Kuşluk da gelmedi. Canım sıkılmaya başlamıştı. Hasan dayı neden gecikmişti acaba? Başına bir iş filan mı gelmişti? Sürüyü bırakıp gidemezdim. Dağlarda kurt vardı. Sürünün tamamını kırardı. O zaman ölümlerden ölüm beğen. Hasan dayı öğleyin de gelmedi. 
“Mal canın yongasıdır.” derler. Yörüklerin büyüğü, küçüğü hayvanlarına gözleri gibi bakarlar. Çünkü tek geçim kaynakları onlardır. Onlar olmazsa açlıktan nefesleri kokar. İlkokul beşinci sınıfta bir çocuktum. Kimsenin olmadığı ıssız bir yaylada üç gün üç gece sürüyü güttüm. Hem sürüye baktım, hem yollara baktım. Burada bu kadar uzun zaman kalacağımı bilseydim evdeki kitap çantamı almaz mıydım? Kitaplarım defterlerim olsa zamanı daha kolay geçirirdim.
Dördüncü gün kuşluk Hasan dayım geldi. Koyunlar da eşmeye gelmişlerdi. Anlattı:
“Dayısı beni asker arkadaşım salmadı yahu.”
Sonra gönlümü almak için hiçbir şey olmamış gibi omzumu okşadı gülerek:
“Hıh hıh hıh… Yoksa biraz geciktim mi?”
Ben cevap vermedim. Küskün olduğumu belli ettim. Hasan dayım isteklerini sıraladı:
“Dayısı ben hem uykusuzum hem de acıktım. Sen hemen koyunlardan biraz süt sağ. Biraz sütlü bulgur pilavı pişir. Pilav pişince beni uyandır. Ben ayakta uyuyorum. Biraz kestirivereyim.”
Kepeneği alıp kayanın gölgesine uzandı. Az sonra başladı horlamaya…
Ne yapsaydım acaba? Hasan dayımın dediği gibi süt sağıp bulgur pilavı mı pişirseydim şimdi? Hayır hayır! Bu kadarı da fazlaydı. Haksızlıktı bu. Bu haksızlığa, beni kandırmasına karşı tepki göstermezsem ileride beni gene kandırmaya kalkardı. Başkalarını kandırmanın bir bedeli olduğunu o da bilmeliydi. Nasıl olacaktı bu? Tepkimi nasıl gösterebilirdim? Diklenip büyüğüme karşı saygısızlık etmek de istemezdim. Koyun güderken boş kalırsam küçük taşlardan kalem, büyük taşlardan defter yaparak resim çizerdim. En iyi kalem çakmak taşlarından olurdu. En iyi defter de orta boy yassı taşların toprakla birleştiği alt yüzüydü. Hemen bir yassı taş buldum. İyi yazı yazılan alt yüzünü çevirdim. Üzerine küçük bir çakılla şöyle yazdım:
“HASAN DAYI BEN ALDÜRBE’YE GİDİYORUM. BENİ ARAMA!”
Yazılı taşı Hasan dayım uyanınca hemen görebileceği, daha doğrusu gözüne batacak bir yere koydum.  Oradan sessizce ayrıldım. Ver elini Aldürbe… Karşı tepeye geçince Hasan dayımın sesi duyuldu
“Aliii, herkese selam söyle!”
Ben hızımı değiştirmeden kafa kıvırarak söylendim:
“Ah Hasan dayı ah… Çok tatlı dilli adamsın amma… Tatlı dilin güle benziyor. Gülün yanında dikeni de olduğunu yeni öğrendim. Eee, ne yapalım, gülü seven dikenine katlanacak. Seni gülünle dikeninle olduğun gibi seviyorum gene de.”
Sonra ona kırgınlığım, öfkem aklıma geldi. Ben de onun bana davrandığı gibi davranıp o uyurken kaçmıştım. Borcumu ödemiştim. Ona saygısızlık yapmadan diklenmeden ya da ağlamadan, akıllı bir şekilde yaptığı yanlışı, haksızlığı anlatmıştım. Akıllı bir şekilde tepkimi göstermiştim. Yaptığım işi beğenmiş olmalıyım ki, gülerek havada el salladım. Onun duyacağı şekilde bağırdım:
“Ödeştik ödeştik!” 

25 Nisan 2014 Cuma

2013 Seçkisi - Yağlıboya Resimler

Dağ Koyunları - mdfüyb. 40X50 cm.
 Şafak Keyfi - tüyb. 40X50 cm.
Yaylada Koyunlar - tüyb. 40X50 cm.
Geçit - mdfüyb. 19X28 cm.

Göktepe - mdfüyb. 19X28 cm.

Hale - mdfüyb. 8X15 cm.
Mezarlık - mdfüyb. 19X28 cm.

Soyut 1 - pl.üyb. 19X28 cm.

Syut 2 - pl.üyb. 20X30 cm.
Yayla Boğazı - pl.üyb. 20X30 cm.

Yayla Boğazı 2 - pl.üyb. 20X30 cm.
33X23 cm. mdf ü yağlı boya

10 Haziran 2011 Cuma

DAĞ VE YAYLA RESİMLERİ - 2

Peri bacaları - 40x40 cm. tüyb.


Yayla yolu 5 - 40x50 cm. tüyb.



Yayla yolu 4 - 40x50 cm. tüyb.


Kanyon Girişi - 20x34 cm. pl.üyb




3 Aralık 2010 Cuma

YAĞLIBOYA DAĞ VE YAYLA RESİMLERİ

Yeşil yayla - 40x50 cm. mdfüyb.



Yayla yolu 1 - 40x50 cm. mdfüyb.




Yayla yolu 2 - 40x50 cm. mdfüyb.




Yayla yolu 3 - mdfüyb.



Sarı yayla - 50x50 cm. mdfüyb



Mavi yayla - 24x41 cm. mdfüyb.



Kızıltepe - 25x35 cm. mdfüyb.



Kızılkaya - 40x50 cm. mdfüyb.





Kızılkaya 2 - 27x40 cm. mdfüyb.





Karlı dağlar - 40x50 cm. tüyb.




Gözet altı 23x33 cm. mdfüyb.




Düden 24x41 cm. mdfüyb.




Buzul - 2 - 30x39 cm. mdfüyb



Buzul - 1 40x50 cm. mdfüyb



Kanyon - 40x50 cm. Mdfüyb



Vadi - mdfüyb